|
|
|
|
|
|
|
|
Pasinler'de kale: Narman tarafına döndük. Solumuzda yükselen Kargapazarı dağları. 20-25 kilometre sonra Karadeniz Bölgesi sınırlarındayız tekrar aslında. Etraf biraz yeşilleniyor yine. Hatta Narman'dan 8-10 kilometre önce bir tepede çam ormanı içinde müthiş bir mesire yeri bile var. Gözlerim yolun sol tarafında kırmızı kaya oluşumları aramaya başlıyor. Ve nihayet: Sonrasında tabelayı görüp içeri dalıyoruz. Olağanüstü bir vadi:
Kırmızı Peri Bacaları Diyarı: Biraz da "Serkan the Lala" teknikleri ile çalışalım:
Burada biraz manzara seyrettikten sonra kuzeye doğru yola devam. Oltu'dayız ve Oltu Kalesi: Gezi boyunca en çok fotoğrafladığımız şey kale oldu galiba ama bu civardaki bir çok yerleşim yeri hep kaleleriyle tanınıyor. Oltu Kalesi, diğerlerinden farklı görünen mimarisinden de anlaşılacağı üzere gezinin tümü boyunca gördüğümüz en eski kale. Urartular'dan kaldığı söyleniyor, zaman olarak da yapımı milattan önce 7.yüzyıla dayandırılıyor. Bu bölgeyi hakimiyet altına alan Gürcü krallıkları ve müslüman Türk beylikleri tarafından da kullanılmış. 1536'da da Osmanlıların eline geçmiş. Oltu'da Oltu Taşı hediyelik alışverişini de tamamlayıp tekrar yola çıkıyoruz. Günün ilk jandarma muhabbeti de burada Oltu sonrası Artvin - Ardahan ayrımında. Her zamanki gibi iyi bir yaklaşım var. Buradaki kontrol biraz daha sıkı. Kimlikler ve ruhsatlar alınıp merkezden sorgulanıyor. Bu sırada bizden İngilizce yardımı istiyorlar. Otostopla Türkiye'yi dolaşan ve en son Artvin'den buraya gelmiş olan bir yabancı çift. Kars'a (Onların söyleyişiyle Karş) gitmek istiyorlarmış. Sonra da hedefleri daha güney Van, Siirt filan. Jandarma da bu bölgelerde otostopla yolculuğun ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmamızı istiyor. Bahar anlatıyor ama arkadaşların vazgeçmeye niyetleri yok. Ukela kızın Türkçesi de biraz var "Biliyorum" deyip duruyor tehlikeli dedikçe. Onları orada bırakıp yola devam ediyoruz. Oltu-Göle yolu gittikçe daralıyor. Güneydoğumuzda Allahüekber dağları yükseliyor. Bu dağların ardı Sarıkamış. Yolun içinde devam ettiği dar vadide yoldan geriye kalan boşlukta yeşillikler içinde renk renk çiçekler, taşlar ve şırıl şırıl akan bir dere var:
Vadi çıkışında hava birden değişiyor. Artık her tarafı açık yüksek arazideyiz ve kuzey batıdan esen çok sert bir rüzgarla karşı karşıyayız. Sanki kış geri gelmiş. Ardahan sınırında günün ve gezinin son jandarma kontrolü. Bu seferkiler bizi görünce oldukça şaşırmış durumdalar. İstanbul plakalı iki motosiklet üzerinde bir Türk karı-kocanın bu civarda görünmesi pek olağan değil tabi. Astsubayın gülerek devam ettiği muhabbet sonrasında ve sert rüzgar altında yola devam. Karşıki dağlar (Yalnızçam Dağları olsa gerek) bulutlarla kaplı, yağmur yakın. Üşüye üşüye geçen 35-40 kilometrelik yolun ardından Türkiye'nin kuzeydoğu ucunda Ardahan'dayız. Ardahan'ın dayandığı tepede dev bir ay-yıldız: Şehir girişinde bir kez daha off-road deneyimi. Şehre giren anayolda taş döşeme çalışması olduğundan arka yolları kullanmak durumundayız; Yalım'ın kulaklarını çınlatıyorum VFR ile ne güzel geçilirdi buralardan diye :) Ardahan'da gözümüzün kestiği ilk lokantaya girip yemek yiyoruz. Burada da bir iki muhabbet ve fotoğraf. Evet yine bir kale, Ardahan Kalesi: Bu kale diğerlerinden biraz daha yeni, muhtemelen 12 .yüzyılda Selçuklular tarafından yapılmış. Genişçe bir ovada yayıla yayıla akarak şehre giren Kura Nehri, eski ve yeni Ardahan'ı da ikiye ayırıyor. Kalenin olduğu taraf eski Ardahan ve bu civarda Tunç Çağı'ndan beri yerleşim olduğu yazıyor çeşitli kaynaklarda. Şehirden çıkıp, benzin alıyoruz. Biraz ileride Posof ayrımı: İlk planımda buraya da gitmek vardı ama vakit yetmez diye çıkarmıştık. İleride mutlaka bir planım olacak burayla ilgili. Posof'tan önceki ilçeler Hanak ve Damal'ın arasındaki bir köyde Haziran - Temmuz aylarında güneş belli bir saatte kayaların üzerinden araziye Atatürk'ün siluetini andıracak şekilde düşüyormuş. Bu mevsimde tekrar gelip bunu da görmek var ileride. Çıldır yolunda klasik Doğu Anadolu görüntüleri. Yoldan geçen sürüler: Bu sürü yavru hayvanlardan oluşuyordu, çobanları da iki küçük kızdı. Bir küçük oğlan da bir at ve yavrusunu getiriyordu sürünün ardından. Ardahan gerçekten de bir "Highland". İskoçya da herhalde böyle bir yerdir: Çıldır'a bir kaç kilometre kala yolun sol tarafında ve 2 kilometre kadar içeride yine Urartular'dan kalma bir masal yapısı; Şeytan Kalesi: Biz yakınına gidemedik, ancak uzaktan fotoğrafladık ama buradan bile oldukça etkileyici göründü bana. Binlerce yıldır bir çok uygarlığa tanıklık etmiş, şimdi ise hala zamana meydan okuyarak mağrur bir şekilde dikiliyor kurulduğu tepenin üç tarafı uçurum olan zirvesinde. Ve sonunda, çocukluğumdan beri ilgimi çeken yerlerden biri Çıldır Gölü: Büyüklüğü, kıyıya vuran dalgaları, kokusu ile bu yörenin bir iç denizi gibi: Doğu Anadolu'nun ikinci büyük gölü. Yüzey seviyesi denizden 1965 metre yukarıda. Etrafından bir çok pınar ve dere ona akarken, gölün suları da Arpaçay'ın bir koluna doğru akıyor. Gölün etrafında neredeyse hiç bir şey yok, çekiciliği de bu ıssızlıktan geliyor galiba. Şeklini bir üçgen olarak düşünürsek bir kenarında dağlar, diğer iki kenarında Haziran'da çiçeklerle kaplanan otlaklar var. Çevredeki kerpiç/taş evlerden oluşan bir kaç köyde de çok fazla insan yaşamıyor zaten. Doğu kenarına yakın üzerinde yine eski bir kalenin yıkıntılarının olduğu ada. Adaya adını kaleden alan Akçakale köyünden geçen bir yolla bağlantı kurulmuş. Suların iyice çekildiği Temmuz-Ağustos aylarında yol kullanılabiliyor. Biz sadece uzaktan baktık, belki de geçilebilecek durumdaydı ama soğuk ve zaman yorgunluk birleşince yaklaşmayı bile denemedik. Gezi öncesi Doğu Anadolu'yla bir çok bilgiyi kitabında bulduğumuz Azer Bortacina'nin yazdığına göre adada bir yaşlı kadın, kuşları ve belli mevsimlerde konuklarına yemek verebildiği lokantası varmış. Çıldır Gölü'nün etrafını dolaşan yaklaşık 65-70 kilometrelik yol, gezinin en akılda kalan yollarından biri. Bir çok yerde gölü seyretmekten yol dışına çıkıyordum. Reis Çelik'in elde yazılı bir senaryo olmadan, doğaçlama tekniği ile çektiği ve tek profesyonel oyuncu olarak Tuncel Kurtiz'in yer aldığı (diğerleri yöre insanları) "İnat Hikayeleri" filmi burada geçiyor. Burayla ilgili bir kaç belgesel de izlemiştim. Kış aylarında göl tümüyle donuyor. Çevre köylüleri buzu kırıp balık tutuyorlar. Soğuğun etkisiyleymiş, burada yetişen sazan balığının tadı bambaşkaymış. Yazın avlanmak yasak (Gerçi yasağa uymayanlar da varmış tabi). O yüzden daha da muhteşem bir manzara ve balık ziyafeti için bir de kışın gelmek gerek buralara. Turistik potansiyelinin farkedilmesi güzel ama bunun getireceği tesisleşmenin verebileceği söylenen zararlar (kirlilik gibi) gölün geleceğini grileştiriyor. Gölün güneyine doğru yol artık Kars ili sınırlarına giriyor. Çıldır'a son bir bakış: Rüzgar tüm hızıyla devam ediyor. 10-15 kilometre sonra Kars yolunda ağaçların içinde kaybolmuş sevimli bir kasaba Arpaçay: Ve yine bir 15 kilometrelik yolun ardından Kars: Gezinin son durağı olacağının farkında olmadan yüzümüzde gülücüklerle giriyoruz şehre. Kısa bir aramadan sonra Hotel Karabağ'ı buluyoruz. Bir şekilde bir oda ayarlanıyor ama asansörler çalışmıyor. Bahar'ın siniri tepesinde. Eşyalarımızın çoğunu lobide sözde güvenli bir yere bırakmak zorunda kalıyoruz. Sonra da dışarı çıkıp "Piti"nin özel yeri Kristal Lokantası'nı aramaya başlıyoruz. Erzurum'dan tümüyle farklı bir şehirdeyiz. Caddeler yine kalabalık ama bize bakan gözler bu kez aydınlık. Belediyenin şehir girişine yazdığı "Doğu'nun en uygar şehri Kars'a hoşgeldiniz" yazısında gerçeklik payı yüksek. Kars'ın şehir planı Ruslar'ın "93 Harbi"nde burayı işgalinin ardından yapılmış. Eski Rus binaları her yerde. Merkezdeki yani eski yerleşimdeki caddeler geniş ve birbirlerini dik kesiyorlar. Google Earth'ten bakıldığında şehir merkezinin kare kare örülmüş hali net görünüyordu zaten. Bu bölgedeki binalar da çok yüksek değiller ve Erzurum'daki gibi gökyüzünü görmenizi engellemiyorlar. Sonunda Kristal Lokantası'nı bulduk. Kapısında da Piti (Bozbaş) bulunur yazıyor ama maalesef sadece öğlenleri çıkıyormuş. Nedeni de içinde kuyruk yağı olduğundan ağır bir yemek olması ve akşam için pek uygun olmaması. Burada kısa bir durum değerlendirmesi ve gezinin kaderini değiştirecek karar: Piti yemek için sabah Ani ziyaretinden sonra Kars'a geri döneceğiz ve daha iyi bir otelde (Sim-Er) kalarak Kars'ta bir gece daha geçireceğiz. Üçüncü günün rotası: ERZURUM - Pasinler - Narman - Oltu
- Göle - ARDAHAN - Çıldır - Arpaçay - KARS
|
||||||
|
|
|
|
|
|