|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bandırma Susurluk yolu yapım çalışmasını beğenmediğimizden Gönen-Balya-İvrindi-Bergama üzerinden İzmir yolunu tuttuk. Haziran’dan beri her aybaşı bu yolu yaptık galiba ama Haziran’da yaptığım kaza dahil keyifsiz bir geçişi hiç yapmadım. Üstelik birden bastıran kara bulutlar ve inanılmaz bir sağanak vardı. Diner gibi olup yoldan sular çekildikten sonra Gönen sapağında bizi bekleyen süpriz çalışma ise ayrı bir ilginçlik oldu. Yağmur altında çukur ve çamurdan geçtik. O suların sıçrayışı, motoru geçirecek yer aramanın tatlı telaşı, seni solladığını sanan araçları sollayıp geçiş çook güzeldi. Bittiğinde dedim ki ‘Geri dönelim mi? Bir daha yapmak istiyorum. ’ Bu zaten istediğim bir eğitime daha gitmemi kesin kafama koymama sebep oldu: Enduro eğitimi. Bu işi çok sert olmasa da yapmak lazım. Çok keyifli hakikaten. İzmir’de sözleştiğimiz arkadaşlarla geceyi geçirdikten sonra uzun yol öncesi çocuklarımızla bir gece daha birlikte olmak için Davutlar’daki yazlığın yolunu tuttuk. Buraya da her zaman gittiğimiz yollardan tamamen farklı rota çizerek gittik. Ne güzel yollar, ne güzel yerler varmış... Sabah heyecanım büyüktü aslında. Utku bana belirtmek istemese de benimle gidecek olmak onu endişelendiriyordu. Yol tecrübem malum. E Cunda dönüşü motorla yattığımda da tam onun önündeydim, muhtemelen onun da etkisi var... Biraz benden belki biraz da yollardan korkuyor. Bense onun haklı çıkmasından sanırım. Aslında yollar beni korkutmuyordu neden bu kadar endişelendi bilmiyorum ama.. İlk gün yollarda anladım ki bu iş tam bana göreymiş. Gitmek lazım, her yere gitmek lazım. Yolda olmak lazım. Geçmedik yol, görmedik köy, dağ, taş kalmasın istiyorum. İnşallah tabi. Gün gün başladım ama gezi boyunca yaşadıklarımı, hissettiklerimi, düşündüklerimi genel olarak yazacağım bundan sonrasında. Çünkü zaten bir müddet sonra hangi gün, nerede, ne zaman kavramları bulanıklaşmaya başlıyor. Nerede kaldık en son diye düşünüp oradan günü buluyordum. Yolda olmak güzeldi. Yolda insan öyle düşüncelerle birlikte yüzüyor ki kim bilir kaç ayrı yazıyı yazıp bitirdim kafamda. Şimdi çok azı aklımda ama zamanla dökülürler herhalde yeniden. Hepimiz aslında biliyoruz yolda tanımadığın bile olsa motorcu motorcuya selam verir. Uzun yolda bu selam korna çalmaktan öte oluyormuş. Benzincideyken geçen iki racing o kadar el sallayıp tezahürat yaptı ki görenler birlikte olduğumuzu sandı. Bir başka grup yine korna, selektör ve elleriyle coşkuyla selam verdiler. İşte o an baktım ki gözlerimden yaşlar süzüldü. Kadın olmanın etkisi ile duygusallık hat safhada tabi ama bundan güzeli var mı? Hiç tanımıyorsun hatta o saniyeden sonra herhangi bir kontağın olmuyor ama o kadar içten, o kadar coşkuyla selamlıyorsun ki diğerini etkilenmiyorsanız ne diyeyim. Akçakoca’da Supereva’nın gençleriyle, Halil ve Evrim’le de konuşmuştuk: ‘Ne güzel ikimizden başka bizi anlayan yoktu. Burada herkes anlıyor’ demişlerdi. İşte buydu o an aklımdan geçenler. Yolda olmanın ne olduğunu, o an ne hissettiğimi bilen, durup heyecanla anlatsam aynı şekilde dinleyip yanıt verecek, uzaylı gibi görmeyecek birileriydi onlar, diğer motorcular. Neredeyse başka memlekette birine denk gelmekten öte, başka gezende karşılaşmış kadar heyecan duyuyordu karşılaşanlar. Başka gezegen demişken özellikle Salda yolunda ve bir çok başka yerde etrafta evler olsa da insan ve bazen hayvana bile denk gelmeden yaptığım kilometreler bana başka gezegenlerde hayat arayan araştırmacılarmışız hissi verdi. Sadece bitki örtüsü vardı canlı olarak etrafta. Sıcaktan mıdır nedir, ne bir Allah’ın kulu ne bir hayvan... Gezilerde hemen her durduğumuz yerde ilgiyle motordan inişimizi izliyorlar. Bakıyorlar ki biri bayan; off daha da tuhaf, tam uzaylı yani. Bir çoğu sadece Utku ile konuşuyor, sanki ben hiiç yokum orada. Hatta bir konuşmayı Utku bana anlatmaya bile kalktı sonradan, o kadar etkilenmiş ki atmosferden o bile orada olmadığıma inanmış. Bir tek Söğüt’te İskenderun’dan gelen konuşmayı seven öğretmen hanımlardan biri konuştu, hatta uzunca konuştu benimle. Oh be dedim, ben de varmışım. Yolda bir duygusal anı da bir mezarlıktan geçerken yaşadım. İkimizin de rahmetli babaları geldi aklıma. Utku’nunkini hiç tanıma şansım olmadı. Keşke dedim hayatta olsaydı, o da binerdi motoruna hep beraber nerelerde gezerdik kim bilir... Ya benim babam? O beni motorda görseydi ne derdi? Ben içlerinde en akıllı bu diyordum ama baksana motordan inmiyorlar. Deli kız şimdi de oralarda, şuralarda diye koltuklarını kabarta kabarta anlatırdı arkadaşlarına. Kim bilir belki o da motor edinirdi o yaşında. Nur içinde yatın. Eminim yol boyunca bizimleydiniz... Yolda Utku’nun önden gitmesi iyi oluyor. Ben kendimi ona uyduruyorum daha kolay geliyor. Aynadan iki de bir kontrol etmek zor iş aklın devamlı arkada kalırsa, önümde olsun onu göreyim daha iyi. Bir süre sonra baktım virajlarda tanımadığım bir motorcu var, Utku kılığında. Molada konuştuk meğer derdi beni kontrol etmekmiş. Bırak yahu dedim, sen kendi sürüşüne bak. Ondan sonra düzeldi aşkımın sürüşü, kendine geldi. Eminim o da daha fazla keyif aldı o dakikadan sonra. Haklı tabi yattık önünde virajın birine zamanında. Yahu o günkü koşullar yok artık. Eğitim aldım, onca yol ve (belki yüzlerce oldu artık) bir sürü viraj aldım ardından. Düşer miyim? Tabi hala risk var ama en azından ben artık daha çok şey öğrendim, öğreniyorum. Geziye başladığımızdaki sürüşüm, oturuşum, viraja girişim hepsi değişti yol boyunca; herşey daha iyiye gitmeye başladı. Algılayabildiğim bir fark var artık. Az değil 2200 km yaptık neredeyse. Ayaklarımın duruşu, bacaklarımın motoru sarışı, belim, virajda doğru yeri alma, doğru noktaya bakma... Bunlar geliştikçe bendeki keyif ve mutluluk da arttı tabi. Güven var artık daha fazla ama devamlı kendime hatırlatıyorum ki hataya düşmeyeyim: Oldum demek yok. Oluyorum, daha iyiyim ama oldu bu iş deme. Aşırı güvenle, biliyorum artık cesaretiyle hata yapmak istemiyorum. Bu uyarı daha çook zaman aklımdan geçecek anlaşılan. Gezi sonunda kesin karar verdik ki telsiz alacağız. İletişim sıfır oluyor böyle. Işık, korna, el kol hareketi yavaşlama, hızlanma hiç bir yöntem kar etmiyor. Utku’ya çok kızıyordum ama denemek için, bazen de sıkılınca öne geçip zorluğunu gördüm. Hayır telsiz almazsak yaşananları bir de gözünüzde canlandırın diye yinelemek istiyorum: Durmam gerek, ihtiyaç molası, selektör atıyorum, nafile, sinyal ver demişti, onu da görmüyor, kornaya aban, kaskı açtım bağırıyorum artık, el kol peşi sıra: ‘Dur be adam! Gör artık beni, Yeteeeeer!’.... Bir başka yöntem deneyelim, dediği üzere diyeceğin varsa hızlan gel işaret et: Hızlandım tamam yetişiyorum, o ne gaz açıyor, yine geride kalacağım... O sırada Utku: : Aaa hatun daha hızlı gidebiliyormuş, e ben de gaz açabilirim o zaman... Şehir içleri iyi, ışıklarda kırmızı yanarsa söylerim ama kırmızıya denk gelmek zor da olabiliyor... Yolda Utku görsün diye sol kolumu havada yay çizerek sallıyorum kamyonlar, arabalar, insanlar, kim varsa yani selamımı (!?) alıyor... Utku hariç. Bir de virajlar vardı ardı adına gelen zorlayıcı türden. En zorlayan kısmı tamponumdaki sabırsız manyaklardı tabi. Ben yol versem kocamı sıkıştıracaklar, yol vermek istemiyorum. Onun da hemen yol vereceğini bilsem sıkıntı duymayacağım ama zorluk çekmesini izlemek kötü oluyor. Telsiz olsa diyeceğim manyak gönderiyorum sana sonrası zaten ona kalıyor... Kısacası evet şart kardeşim bize telsiz. Konuşmak, muhabbet etmek olmayacak, istemem zaten ama kaçan manzaralar, acil durumlar ve molalar için şart. Fotoğrafları Utku koyunca bana kuru kuruya yazı yazmak kaldı. Bitirmek zorunda hissediyorum kendimi. Uzun da olunca okunması zor olacak diye korkuyorum. Kusura bakmayın artık. Benim gözümle neler oldu, ben ne değişim geçirdim mümkün olduğunca özet olarak burada. Gerisi de dost sohbetlerine kalsın... |
|
|
|
|
|
|
|