Maçka'da sabah. Yağmur yine
hafif hafif çiseliyor. Vadiyi kuşatan tepelerde sis var.
Otelin kahvaltı salonu kalabalık
bir İsrail grubuyla dolu. Kahvaltının ardından fazla oyalanmadan ayrılmalı.
İlk planlarımda Sümela yoktu
ama sonra buraya kadar gelmişken görmemek ayıp olur dedim. Bugünkü yol
nasılsa çok uzun görünmüyor, Gümüşhane ve Bayburt üzerinden Rize'de tekrar
sahile dönmeyi ve akşam Hopa'da konaklamayı hedefliyorum.
Temiz asfalt bir yol üzerinde ve
yine koyu yeşile boğulmuş olarak Altındere Vadisi'nde yol alıyorum Sümela
Manastırı'na doğru. Yolun Milli Park içindeki kısmında bir yerden sonra
asfalta veda ediyoruz. Son etapta yaklaşık 3 km'lik yol toprak, hafif de
olsa yağan yağmuru hesaba katarsak çamur da diyebilliriz.
Zevkli bir yolculuktan sonra yolun
sonuna geldim. Buradan sonra yürümek gerekiyor. Yürüyüş yolu da çok güzel:
400-500 metrelik bir yürüyüşten sonra
sisler içindeki manastırın önüne geliyorum.
|
|
Burada yaklaşık 100 basamaklı merdivenle
manastırın tepesine tırmanmak, sonra da iç avluya ulaşmak için 120 basamak
inmek gerekiyor. Dönüşte de bunun tersi tabi. Bir an iki fotoğraf çektik
yeter bu kadar, kim çıkıp inecek şimdi o kadar merdiveni diye düşünsem
de giriş ücretini ödeyip çıkmaya başlıyorum basamakları.
İç avlunun görünüşü:
Aslında burası yapının terası sayılır.
Manastırın diğer katları bunun altında. Kısacası binaya giriş en üst kattan.
Şu fotoğrafta daha iyi anlaşılır:
Yürüyüş yolu sol üstteki ağaçların
arkasında. Ağaçlarla bina arasında 100 basamaklı merdiven ve giriş kapısı
görünüyor. İç avlu da görünen en üst katın hizasında.
Kendi zamanında tam bir inziva yeri.
Ulaşımı zor, yaşam koşulları zor. Kilise ve freskler:
|
|
Veda zamanı geldi. Dönüş yolunda
son pozlar.
Doğu Karadeniz'i en iyi anlatan şeyler:
Bulutlar arasında koyu yeşil ormanlar...
Vadinin dibinde Altındere taşların
üstünde çağıldayarak akıyor.
Milli park kısmına rahat girmiştim
ama çıkmam biraz zaman alacak. Turist grupları gelmeye başlamış ve otobüslerin
park yerinde bir halk oyunu gösterisi başlamış. Neyse ki otomobil değil
de motosikletliyim, bulduğum boşluklardan insan yığınını yara yara çıkışa
ulaşıyorum.
Maçka'ya dönüş yolunda Coşandere
Köprüsü:
Maçka'ya ulaştıktan sonra dün karanlıkta
girdiğim için iyi göremediğim kasabaya girişi sağlayan tüneli fotoğraflayıp,
Gümüşhane yoluna koyuluyorum. Tabi yine motosikletli olmanın faydasını
görüp, yoldaki trafik kazası yüzünden bekleyen kalabalığı aşarak.
Yoldan 5-10 km kadar ilerledikten
sonra yeni yolu bırakıp eski yola giriyorum. Yeşilliklerin, köylerin içinden
geçen yol 10-15 dakika sonra beni ilk hedefime ulaştırıyor:
Hamsiköy deyince aklıma gelen
ilk şeyi tadabilmek için buradayım; Sütlaç...
Fotoğraf çekmeyi kaşığı daldırıp
tadına baktıktan sonra hatırladım, kusura bakmayın artık.
Hamsiköy'ün tepeden görünüşü:
Muhteşem değil mi?
Biraz daha eski yolda devam ediyorum
Zigana'ya
doğru. Zigana Geçidi buralarda bir yerde olmalı ama hem yol gittikçe bozuluyor,
hem de tabela filan yok geçitle ilgili.
Neyse biraz daha gidip az önce yanından
geçerken gördüğüm bağlantıyı kullanarak yeni yola geri dönüyorum. Zigana
geçidine ulaşıp ulaşabildin mi emin değilim ama Zigana Tüneli'nden geçtiğim
kesin:
Geçidin diğer tarafında yaz havasına
tekrar kavuştum. Bulutlar dağların arkasında deniz tarafında kaldı. Gümüşhane
sınırlarında ortalık günlük güneşlik.
Torul'a doğru Harşit Çayı
ve tarihi köprü:
Torul'da benzin molasının ardından
Gümüşhane:
Unutulmuş ve yavaş yavaş terkedilen
bir şehir. İçinde görecek pek bir şey de yok zaten. Bayburt'a doğru yola
devam. Sümela yüzünden kaybettiğim dakikaları geri alabilmek için biraz
da hızlı bir tempoyla gidiyorum. Yol düzgün, hava şartları güzel. Ve ilk
ziyaretten yaklaşık iki ay sonra tekrar Bayburt'tayım.
Bu sefer kenarından geçip gitmeyerek
içine dalıyorum. İlk bulduğum, Ulu Cami oluyor.
Caminin karşısındaki bakkal amcaya
verdiğim selam Anadolu'daki eski gezi deneyimlerimle tahmin ettiğim gibi
uzun bir sohbetin başlangıcı oluyor. Anadolu insanının o bildik konuksever
hoş sohbet yaklaşımı. Yaklaşık 1,5 saat sohbet ediyoruz dükkanda. Neden
sonra iyice vakit kaybettiğime emin olup müsaade istiyorum. Amcanın tarif
ettiği yollardan önce saat kulesine, sonra da Bayburt'a yukarıdan bakan
kaleye varıyorum.
|
|
Geçen sefer uzaktan fotoğraflayıp
geçmiştik; Bayburt Kalesi bölgenin en uzun surlarına sahip çok geniş
alana yayılan bir kale. İlk yapımı MS 200-300 yıllarına dayanıyor. Şu anda
iç kısmı ziyarete açık değil. Bu yüzden kalenin diğer ismi "Çinimaçin"e
sebep olan çini süslemelerini göremedim. Zaten yüzyıllar boyunca gördüğü
savaş ve tahribat yüzünden pek de bir şey kalmamışmış.
Kaleden Bayburt'a bakış:
Osmanlı zamanında kalenin içinde
300 evlik bir mahalle bile varmış. Yine Dede Korkut hikayelerinden "Bamsı
Beyrek"te adı geçen kalenin de burası olduğu söyleniyor. Dede Korkut
demişken, il merkezine yaklaşık 40 km mesafedeki Masat Köyü'ndeki bir mezarın
ona ait olduğu sanılıyor. Türkler'in Anadolu'daki ilk yerleşimlerinden
olan Bayburt, Dede Korkut'a da sahip çıkmış. 1995 yılından bu yana her
yıl Temmuz ayında Dede Korkut Kültür ve Sanat Şöleni düzenleniyor
ve sadece Türkiye değil, Türki devletlerden de önemli bir katılım oluyormuş.
Bayburt'a veda ettikten sonra Çoruh'u
takip ederek yoluma devam ediyorum. Saati 3 yaptık ve daha çok yol var
bugün geçmeyi hedeflediğim. Bayburt ile Trabzon'u ayıran dağların tepelerinde
bulutlar kümelenmiş, bu taraftaki güneşin aksine deniz tarafı yine yağışlı
galiba.
Arada kaskıma girmeye çalışan arıyı
saymazsak yol boyunca tek yoldaşım Çoruh:
Issızlığın ortasındayım resmen ve
100 kilometrelik İspir yolu bitmek bilmiyor.
Karadeniz'in sahil kesiminin aksine
civarda yeşil görünen yerler sadece Çoruh'un kenarlarında. Diğer her yer
sarı ve kahverengi tonlarda.
Gerçi bu da farklı bir hava vermiş
bu çorak bozkırlara. Bayburt'un batı tarafında kalan ova kısmı yeşilliklere
sahipti ve tarıma elverişliydi, bu kısım ise Karadeniz bölge sınırları
içinde kalmakla birlikte Doğu Anadolu özellikleri gösteriyor.
Erzurum il sınırlarına girdikten
sonra da değişen bir şey yok. Üstelik rüzgar sertleşti ve motosiklet kullanmak
işkence halini almaya başladı. Neyse en azından güneş var derken Pazaryolu
civarında tepeyi aşan bulutların saldırısına uğruyorum, rüzgarla birlikte
sert bir sağanak. Sığınacak bir yer bulmak amacıyla ilçe merkezine yöneliyorum
ama ben ilçeye girene kadar yağmur da geçip gidiyor. Neyse en azından burayı
da görmüş olduk.
Islaklığım da İspir'e gelene
kadar kuruyor, tekrar kendini gösteren güneş sayesinde.
İspir Kalesi:
Burada Çoruh ile bir günlüğüne vedalaştıktan
sonra Rize kavşağına geri gönüp Ovit'e doğru tırmanmaya başlıyorum.
Artık bu akşam için Hopa pek mümkün görünmüyor. Karanlıkta yol yapmaya
gerek yok, Rize'de gecelerim diye düşünüyorum.
|
|
Güneş batana kadar sahile varırım
diye düşünürken yağmurun yeni geçmiş olduğu yaylaya çıktığımda karşıdan
bana yaklaşmakta olan yeni sürprizle dona kalıyorum: Sis.
Oradaki çocuklar alışık tabi, "neredeyse
her akşam olur abi" diyorlar, "ama bugün biraz erken indi". Hadi ya şansa
bak, ne yapalım ağır ağır ineceğiz artık, notların arasına ek: "Karadeniz
gezeceksen, sis farı taktırmak şart"...
Az ileride istediğim tabelayı gördüm;
Ovit
Dağı Geçidi, rakım 2640 metre.
Sis, sis ve sis.
|
|
Sanki bir deniz...
Aşağılara doğru inerken sis hafif
dağılıyor sanki ama İkizdere öncesi bir yayla oteli görünce vazgeçiyorum
Rize'ye inmekten, yarın gündüz gözüyle giderim.
Bugünlük bu kadar. Ahşap bungalovda,
çatıya vuran yağmur taneleri ve yolun diğer tarafında akan İyidere'nin
şırıldamaları eşliğinde geçecek bir gece.
Üçüncü günün rotası:
Maçka - Sümela - Maçka - Hamsiköy
- Torul - Gümüşhane - Bayburt - İspir - Ovit Dağı - İkizdere Çamlık
357 km
Üçüncü günün
fotoğraf albümü
Bugün geçtiğim iller hakkında bilgi
için:
http://www.gumushane.gov.tr/
http://www.bayburt.gov.tr/
http://www.rize.gov.tr/
Yarın, bekle beni Artvin, geliyorum...
|