|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kahvaltı ve dünden ıslanan ve hala tam kurumayan eşyaları toplayıp motoru tekrar yüklemenin ardından yola devam. İşte bütün gece şırıltısını dinlediğim dere: Otelin bulunduğu yer bu civardaki yaylalara giden yolların orta noktasında. Güneyde Ovit, doğuda Cimil ve batıda ünlü Anzer yaylası var. İkizdere üzerinden sahile doğru inerken görünen manzaranın özeti çam ağaçları ve onlardan sıra kalırsa teraslama ile tepelere kadar uzanan çay ekim alanları. Bu su her çoğaldığında yolu götürüyor herhalde... Derenin sularının ne kadar artabildiği yatağından belli zaten. Rize'ye ulaştım ama yolları yeni yapıldığından henüz şehir tabelası yerleştirilmemiş. Rize'ye tekrar gelmek için bir bahane daha, tabela koleksiyonunda eksik kalmamalı. Çayeli. İlk planda dün akşamüstü burada olmak ve kuru fasulyenin tadına bakmak vardı ama ne yapalım başka sefere. Çamlıhemşin - Ayder yol ayrımına geldim. Şimdilik tabelasıyla idare edeceğiz. Daha önce de yazdığım gibi gezinin ana hedefi Artvin olunca, civardaki diğer görülmesi gereken yerleri başka zamana bıraktım. Fırtına Deresi, iki gündür yağan yağmurlarla birlikte Kaçkarlar'dan topladığı çamuru da getirmiş Karadeniz'e. Farkında olmadan Artvin il sınırlarına girmiş olduğumu Arhavi'ye gelince anlıyorum. Oysa il sınırı tabelasının önünde kendimi de fotoğraflayacaktım. Arhavi de diğer Doğu Karadeniz sahil kasabaları gibi birdenbire yükselen dağlardan kalan incecik kıyı şeridine sığmaya çalışıyor. Bunun getirdiği görüntü de çok katlı binalar. Arhavi'den sonraki durak Hopa. Tepelerde yine yağmur var. Ve bu doğrultuda pasaportsuz gidilebilecek son nokta: Sarp Sınır Kapısı. Sarp'ın Gürcistan tarafında insanlar kapalı havaya aldırmadan denize giriyor. Hopa'ya geri dönüş ve rotayı güneye tekrar dağlara doğru çeviriş. Cankurtaran Geçidi'ne kadar kıvrım kıvrım giden yolda bazen sis içerisinde, önümdeki araçları geçmeye bile teşebbüs etmeden ağır ağır çıkıyorum. Tümüyle koyu yeşile boğulmuş durumdayım. Bir süre sonra Çoruh Vadisi'ne tekrar ulaşınca sis dağılıyor hava açıyor. Bugün güneşle ilk karşılaşmamız Borçka girişinde. Borçka'nın içine dalıp Çoruh'un sağ kıyısını takip ederek Camili / Karagöl ayrımına kadar geliyorum. Bundan sonraki yol stabilize/asfalt karışımı bir şey. Vadiyi çevreleyen tepelerin üstlerinde bulutlar var ama vadinin üstü açık ve güneşli. Vahşi yeşillikler arasında kıvrılan yolda yukarıya tırmanış sürüyor. Çocukluğumun ilk ansiklopedilerinden Renkli Resimli Bilgi'de Artvin sayfalarında resimlerini gördüğüm andan beri merak ettiğim Artvin evlerinden oluşan köylerin arasından geçiyorum. 1978-79'dan 2007'ye, neredeyse 30 senelik bir çocukluk takıntısı bende Artvin. Ve işte buralardayım şimdi. Bu kadar sevincin yetmesi gerektiğini hatırlatıyor bu sırada yol. Ben aval aval etrafa bakınırken bir iki denge kaybı yaşıyorum artık tümüyle mıcır/toprak karışımına dönen ve geniş su yarıklarıyla dolu zeminde. Yol kenarında bal satan insanlar, daha içerilerde de arı kovanları uzanıyor. Maçahel ve Karagöl'ün uzaklıklarını ve yolun daha ne kadar bozulacağını soruyorum umutsuzca. Maçahel'e gideceksen bu geceyi orada geçirmelisin, yol ileride daha da bozuk gidişin uzun sürer diyorlar. Hadi ya, neyse biz Karagöl ile idare edelim bu seferlik. Motoru yatırma ihtimali yüksek, grupla gitmek daha iyi olabilir Maçahel'e. Az ileride Karagöl ayrımı. 6 kilometre kaldı diyor ama iri taşlarla dolu daracık yolda, yola mı bakayım manzara mı seyredeyim derken 20 dakika sürüyor göle varmak. Göl kenarına giriş ücretliymiş. Koruma Derneği'ne aitmiş buradaki mesire ve konaklama alanı. Göl gerçekten muhteşem, gelmek için çekilen sıkıntıya değiyor doğrusu:
Hafta içi olmasına rağmen epey bir misafiri de var günübirlik mangal yapmaya gelmiş. Küçük pansiyondaki tüm odalar da doluymuş. Çadır kurup gecelemek güzel olabilir. Yarım saatte sadece görmüş oluyorsunuz, keşfetmek için bir gün kalıp civarda yürüyüşler de yapmak lazım. Ayrılmak zor olsa da akşam Artvin'de olmalıyım. Bir kaç fotoğraf ta göl yolundan. Tabi bunlar dönüşte çekildi.
Muhteşem manzaralar eşliğinde tekrar Borçka'ya iniyorum:
Gürcistan'a ulaşmak üzere olan Çoruh'a bir set çekilmiş burada; Muratlı Barajı. Bayburt'tan başlayarak yapılacak barajların sonuncusu bu. İnşaatı bitirilip faaliyete geçirilen ilk baraj olmuş, sondan başlayınca. Bir kaç köyü yutmuş tabi, genişleyip göl haline gelen Çoruh burada. Çoruh boyunca ilerledikçe diğerlerini de göreceğiz. Arka arkaya yapılacak barajlarla Çoruh artık eskisi gibi çılgın akamayacak. Hatta hiç akamayacak, göller silsilesine dönüşecek. Umarım bu barajların getirecekleri ve götürecekleri iyi hesaplanmıştır; hiç sanmıyorum ya neyse... Borçka: İşte bahsettiğim barajlardan ikincisi; Borçka Barajı: Bu da şimdi faaliyette. Artvin - Borçka yolu tekrar yapılmış, bu baraj yüzünden. Artvin'e yönelmeden önce küçük bir Murgul kaçamağı. Doğa katliamına bir örnek de Murgul'da... Yukarıdaki bakır madeninden dereye bırakılan silisli atıklar, Murgul Deresi'nin rengini griye çevirmiş. Bu dere de ileride Çoruh'a, yeni haliyle Borçka Baraj Gölü'ne karışıyor tabi. Gölde balıkçılık da yapıldığını düşünürsek, durum pek içi açıcı değil. Borçka-Murgul yolunun ilk kilometrelerindeki tünel de bir başka vaka. Yönetmeliğe göre uzunluğu 1 km'yi geçen tünellere havalandırma tertibatı kurmak zorunluymuş. Murgul tünelinde baştan ve sondan dağı biraz yontunca, uzunluk inmiş 980 metreye. Havalandırmaya da gerek kalmamış... Borçka'dan tekrar geçip bu kez Artvin yönüne dönüyorum. Borçka artık setin arkasında. Eskiden dibinde Çoruh'un aktığı vadi, şimdi yine Çoruh'un sularıyla oluşmuş bir göle dönüşmüş durumda. Yazdığım gibi diğer barajlar da tamamlandığında Çoruh Vadisi için alışıldık bir manzara olacak bu göller. Borçka-Artvin yolu Çoruh'un açtığı tabandaki doğal yerinden vadinin üst kısımlarına taşınınca bir çok tünel açmak gerekmiş geçebilmek için. Bir kaç yerde de göl üstünden viyadükler yardımıyla geçerek kıyı değiştiriyoruz. Buradaki yol da henüz stabilize, asfaltı tamamlanmamış. Bu tip yollarda seyahat toprak yollardan daha zor. Siz hızlı gidemiyorsunuz, yoldaki diğer araçlar ise hızlı. Üzerinize sıçrayan çakıllar da cabası. En uzunu 300-400 metrelik 10-15 tünelin ardından tekrar nehir hizasındayız. Burası aynı zamanda Artvin il merkezinin de girişi. Tüh ya, Rize gibi burada da tabela yok. Çoruh'un üstündeki köprüye ulaştığımda arka planda Artvin şehri yükseliyor tepeye kadar. Daha önce de duymuşsunuzdur Artvin, trafik ışıkları olmayan tek şehir Türkiye'de. Şehre girince nedenini anlıyorsunuz zaten. Tek bir ana yol var ve kıvrıla kıvrıla şehrin içinde dolaşarak en tepeye kadar çıkıyor. Yol boyunca pek çok otel/motel mevcut ama hem ünleri pek iyi değil hem de buraya kadar gelmişken daha manzaralı bir yerde gecelemek istiyor insan. Manzaranın en iyi olduğu noktada kurulu Koru Otel'de yer yok ama Kafkasör Dağ Evleri'ne yönlendiriyorlar. Kısacası tırmanmaya devam. En sonunda havanın kararmasına yakın Kafkasör'deyim. Belediye tarafından orman içine ikiz evler yaptırılmış ama sonra çürümeye bırakılmış. Yavuz İnce bey buranın işletmesini devralarak evleri yeniden elden geçirmiş. Restoran, yürüyüş parkurları vs derken doğa turizmine çok uygun bir mekan oluşturmuş. http://www.kafkasordagevleri.com/ Bu da gecelediğim ev:
Kısa bir dinlenme ve açık orman havasında
yenilen bir akşam yemeğinin ardından Yavuz Bey ile sohbete dalıp günü noktalıyoruz.
Hava yarın için yağmur gösteriyor, bakalım ne olacak...
Dördüncü günün rotası: İkizdere Çamlık - Rize - Çayeli -
Hopa - Sarp - Hopa - Borçka - Karagöl - Borçka - Murgul - Borçka - Artvin
- Kafkasör
Dördüncü günün
fotoğraf albümü
Artvin hakkında bilgi için: Yarın, vadilerde yolculuk... |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|