Ana Sayfa
Motosiklet Ana Sayfa
.
ORTA ANADOLU GEZİSİ
.
Giriş
Gün 1
Gün 2
Gün 3
Gün 4
Gün 5
Gün 6
Gün 7
Gün 8
Gün 9
.
Dağlar Dağlar
6 Temmuz 2006 Perşembe, 6.Gün:
(Sivas-Hafik-Zara-Divriği-Kangal-Ulaş-Sivas
359km)

Sabah kahvaltı sonrası ilk durağımız Kongre Binası. Şimdi İnkılap Müzesi adı verilen binanın alt katında Sivas'ın tarihi ve yöresel eserleri sergilenirken, üst katı da Sivas Kongresi'ni yaşatıyor hala.

Kongrenin yapıldığı salondaki okul sıraları o zaman kullanılan sıralar mı acaba?
Cumhuriyetin temellerinin atıldığı bu mekanı dolaşmak, o sıralara dokunmak, tarihi tekrar yaşamak ilginç. Bu arada flaşlı fotoğraf çekmek yasak olduğundan resimler biraz karanlık.

Müze gezisi sonrası otele dönüp motor kıyafetlerini giyeceğiz. Hedef Divriği.

Burada biraz soluklanıp Sivas'ın insanlarından bahsetmekte fayda var. Kafamdaki düşünceleri yıkan şehir demiştim Sivas için. Okul yıllarında Sivas denilince aklıma Sivas Kongresi gelirdi, bir de Çifte Minare'nin görüntüsü. Son yıllarda ise Sivas, karanlık düşünceleri çağrıştıran bir isim olmuştu. Hep aklıma yanan Madımak Oteli'nin en üst katından bir itfaiye merdiveniyle indirilen Aziz Nesin ve arka planda onu işaret ederek bağırıp çağırmaya devam eden zamanın sakallı birinin yer aldığı fotoğraf karesi gelirdi. Aziz Nesin'in ölüm yıldönümü olan bir 6 Temmuz günü Sivas caddelerindeyken bu şehre büyük haksızlık edilmiş olduğunu düşündüm. Güzel ve çağdaş insanların şehriydi aslında Sivas. Neyse, fazla karıştırmayalım konuyu.

Motorları otelin tadilattaki bodrum katına koymuştuk akşam. Bu kez yüklü değiliz, eşyalar otel odasında ve biz birer topcase ile ve bir yağmurluğu alt ve üst şeklinde paylaşarak çıkıyoruz yola. Şehir çıkışı tabelada Erzurum 430 km yazıyor. Erzurum gerçekten uzakmış ya! Hafik ve sonrasındaki Tödürge Gölü'ne kadarki yolu yine kuzeyden vuran yan rüzgar ve hafif yağmur eşliğinde geçiyoruz. Buraya kadar yeni yapılmış temiz bir bölünmüş yoldayız. Biraz sonra yolun yeni yapılmakta olan kısımlarında kısacası tekrar patates tarlasındayız. Bu civarda yağmur yağıyor olmasına biraz da sevinmek gerek aslında, en azından yol sıkılaşmış ve toz kalkmıyor. Zara'ya doğru yol biraz düzeliyor bizim de anayoldan ayrılma zamanımız geliyor. Sapakta Divriği değil de sadece İmranlı yazdığından düz geçip Zara'ya girsek de Bahar'ın ikazıyla geriye dönüp doğru yolu buluyoruz. Girişteki jandarma trafik aracından da yolun Divriği'ye kadar asfalt olduğunu ama virajlı olduğunu öğreniyoruz; bu havada çok dikkatli olmamızı öğütlüyorlar. Sapaktan ileriye bakınca karşıki tepelerin bulutlarla kaplı olduğunu görüyoruz, üç çeyrek saat sonra o bulutların içinde olacağız böyle gidersek.

Yoldaki ilk bir kaç köyü yağmur altında geçiyoruz, artık bulutlarla hemen hemen aynı hizadayız. Asfalt iyi değil ama yol tamiri adı altındaki tarlalara göre mükemmel sayılır. Karabel geçidini aşıp güneye indiğimizde iklim de değişiyor. Tüm bulutlar Bozbel Dağı'na takılı kalmış güneye geçememişler sanki. Güneş pırıl pırıl parlıyor, pamuk şeklinde küçük beyaz bulut öbekleri var sadece gökyüzünde. Tecer Dağları'nın doğu kolları içinde ine çıka ilerliyoruz. Ufukta ileride Divriği civarı dağları yükseliyor.
Dağların bize sunduğu muhteşem manzaralar bitmiyor. Tepelerde tek bir ot bile yok her yer taş, ama Karabel ve Çaltı çaylarının kıvrılarak aktığı vadiler muhteşem. Hele Divriği'ye doğru bir Akmeşe köyü var ki, harika. Buralardan fazla fotoğraf yok. Olanlar da oraların muhteşemliğini anlatmaktan aciz, gidip yerinde görmek gerek.
Buraları böyleyse daha da doğudaki yerler nasıldır diye de düşünmeden edemiyor insan. Sırada Demirdağ var. Dağın tepesi tümüyle kesilmiş gibi, demir cevheri alınıyor, diğer kısımda dağdan aşağı dökülüyor. Koskoca dağ uzaktan bakıldığında plastik kova ters çevrilerek yapılmış kumdan kaleye benziyor.

Nihayet Divriği, bence gezinin taçlandığı yer.

Sivas'ın ilçeleri arasında bile bir kenara itilmiş, unutulmuş bir kasaba ama neşeli, pırıl pırıl insanları var. Yüzyıllar ötesinden uzanıp gelen Darüşşifa ve Ulu Cami. Yukarıda Divriği Kalesi. Muhteşem taş işlemeleriyle dikkat çeken ve "Anadolu'nun Elhamra'sı" da denilen Ulu Cami, UNESCO tarafından 1985 yılında Dünya Kültür Mirası olarak tescil edilmiş, ama ciddi bir bakıma ihtiyacı var.
Divriği'deki yaşamın görece ucuzluğu da ayrı bir konu. Tıka basa doyduğumuz öğle yemeğinin karşılığı 6 YTL. Biz yemek yerken kasabanın gençleri de bizim motorlar üzerinde poz verip kendi fotoğraflarını çekiyorlar cep telefonlarıyla. Motorların fiyatları sorulduğunda bizden aldıkları 12-13 milyar cevabına afallıyorlar, inanmıyorlar. 3-4 milyardır diye tahmin etmişler. İyi ki 1200GS'im yok. 30-35 milyar gibi bir fiyata mümkün değil inandıramazdım onları. Şaka yollu motor arkasında bir tur attırma istekleri de var ama olmuyor tabi.

O ünlü taş yolu ile Kemaliye bu kadar yakın ama buradan oraya düzgün yol yok. Bizim yol lastikleriyle imkansız olduğundan zaten plan dışı. Bir de Arapkir sapağından ileriye uzanan taşlı yolu görünce gerçekten de Divriği'den doğuya devam etmenin zor olduğunu anlıyorsunuz. Bu bölgede yolun sonu Divriği kesinlikle. Divriği'den ayrılışımız biraz maceralı. Divriği'ye giren tek yolun ters tarafından çıkıyoruz bu kez. Çıkar çıkmaz da bir bakıyorum ki Bahar yok. Farkedene kadar arayı 1-2 kilometre açmışım. Hemen geri dönüyorum, Bahar motordan inmiş yüzü acı içinde. Eşimin cazibesine kapılan bir arı vizörün daracık aralığından girip alt dudağından öpüvermiş onu. Yanımızda sigara yok, anestol tarzı bir ilaç da yok, çamur sürüyoruz ve yapacak bir şey yok deyip yola devam ediyoruz. Yine 2000 metreye yaklaşan yüksekliği ile Karaşar geçidini aşıp bir dağ çeşmeşinde durarak yüzündeki çamuru yıkıyor Bahar; artık "Angelina Jolie" dudaklı bir karım var. Civarda arı çiftlikleri bol. Çoğu zaman yaptığım gibi vizör açık gitmek hiç mantıklı olmayacak, benim de vurulma riskim var.

Zara'dan sonraki yolu genelde dağlar arasında aldığımızdan rüzgarı unutmuştuk. Kangal'a yaklaşırken sağdan esen ters bir rüzgar turing camımın üst kısmını havalandırıyor. Meğer Divriği çıkışında duyduğum ve yerden sıçrayan çakıl sandığım şakırtı ayar somununun düşme sesiymiş. Cam şimdi tek taraftan tutuyor. Kangal'ın içine girip bir civata bularak camı sabitliyorum. Bahar için de eczane bakacaktık ama boşver diyor, biz de çıkıyoruz; gelmişken bir de Kangal fotoğrafı çekiyoruz.

Güneş artık alçalıyor ve biz de Sivas'a doğru tekrar kuzeye dönüyoruz. Yağdonduran Geçidi gerçekten de adına uygun bir yer. Civarda çok da soğuk yokken burası rüzgarın da etkisiyle buz gibi. Kışın buradan geçen kamyonların motorlarındaki yağ donuyormuş diyorlar, inanırım...
Akşam olurken yeniden Sivas'tayız. Motorları bu kez otelin üstü açık otoparkına koyup, teki sönen far ampulümü de yedek diye taşıdığım yanlış voltajlı sönük yanan ampulle değiştirdikten sonra dün ıskaladığımız Sofa Yöresel Yemekler'e gidiyoruz. Erzincan Çorbası dedikleri bir çorba, özel misafirlere yapılan ve şansıma kalmış olan çok değişik bir Ekşili Köfte ve Hıngel dedikleri bir çaşit hamur yemeği. Ardından da yine özgün tatlılar. Makina yanımızda olmadığından fotoğraf da yok maalesef.

Sivas'tan bu kadar, artık dönüş yolundayız.

 
Altıncı günün fotoğrafları
.
5.Gün: Kırşehir-Sivas
7.Gün: Sivas-Ürgüp
.
Giriş
Gün 1
Gün 2
Gün 3
Gün 4
Gün 5
Gün 6
Gün 7
Gün 8
Gün 9